SayfamIza Hoş Geldİnİz!

Sevgi Sanat, bizden en son haberlerin yayınlandığı, özel düşüncelerimizi içeren, paylaşımcı bir ortama sahip kişisel bir günlük ve bir bağlantılar koleksiyonudur. Ana sayfamıza son eklediklerimiz sayesinde ziyaretçilerimiz değişikliklerden haberdar olabilir, yorum yapabilir, sayfa sonlarındaki pencereden e-posta gönderebilir veya bağlantı verebilirler. Nasıl mı? Aşağıdaki “İzleyiciler” bölümünde yer alan “İzle” bağlantısını tıklamak yeterli. İsteyenler ise http://www.sevgibilal.tr.gg/ sitemizi gezebilir, dileyenler de http://www.facebook.com/group.php?v=info&gid=7385371325#/group.php?v=wall&gid=7385371325 facebook grubumuzun sayfalarını gönüllerince turlayabilirler.



2 Ocak 2010 Cumartesi

Şeker Ahmet Paşa

Batılılaşma hareketleri sırasında Fransa, her yönüyle Osmanlı için bir model oluşturmaktaydı. Fransa ile olan ticari ve siyasi ilişkiler, Fransa'nın Aydınlanma dönemi sonrasında bir otorite haline gelmesi, bu model alışın temel nedenlerini oluştururken; Osmanlı topraklarına gelen gezginler, ressamlar, tarihçiler de "model"i Osmanlı'nın ayağına getirmekteydi.

19. yüzyılda sarayda ve İstanbul'un seçkin tabakasında Batılılaşma ve Fransız Kültürü neredeyse iç içe geçmiş durumdaydı. Galata Köprüsü'nün inşasıyla Pera'daki azınlıklar ve Müslüman halk birbirine yaklaşmış durumdaydı.

Bu dönemde, Batı'nın teknolojisinden yararlanmak isteyen Osmanlı, bu amaçla açtığı askeri okulların müfredatlarına resim dersleri koymuş ve ilk kez bu okulun öğrencilerini Batı'ya eğitime göndermişti. 1835 yılındaki program gereğince Viyana, Berlin, Paris ve Londra'ya iki yıl içinde on iki kişi gönderilmiş; Harbiye mezunu Ferik Tevfik Paşa bu dönemde Paris'e gitmişti. 1838'de Viyana'ya 7, Paris'e üç öğrenci gönderilmesi; 1849'da Hüsnü Yusuf Bey'in Paris'e gönderilmesi ve daha sonra Paris'te Mekteb-i Osmanî'nin kurulup, 1860-1'de de altmışa yakın öğrencisinin olduğunun bilinmesi uygulamanın sürekliliğinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir.

1860 yılında hukuk eğitimi için Paris'e gönderilen Osman Hamdi Bey (1842-1910), sanat eğitiminde karar kılacak; askeri okul çıkışlı olan Süleyman Seyyid (1842-1913) ve Şeker Ahmet Paşa (1841-1906) da aynı dönemde Paris'te resim eğitimi alacaklardır. Bu üç sanatçı, 1870 yılında Fransa- Prusya Savaşının patlak vermesi nedeniyle İstanbul'a dönecekler ve bu savaş nedeniyle Paris'teki Mekteb-i Osmanî kapanacaktır. Savaşların, toplumsal değişikliklerin zaman zaman sanatta kesintilere ya da kısıtlamalara neden olduğu muhakkaktır. Zira aynı durum 1914 Kuşağı sanatçıları için de, II. Dünya Savaşı öncesinde Avrupa'ya eğitime gönderilen öğrenciler için de geçerli olacak; onlar da savaşların patlak vermesiyle eğitimlerini tamamlayamadan geri dönmek zorunda kalacaklardır.

Bu dönemde Fransa'da aktif bir sanat ortamı söz konusudur. Delacroix (1798-1863), Ingres (1780-1867), Jean François Millet (1814-1875), Camille Corot (1796-1875), Gustave Courbet (1819-1877), Honore Daumier (1808-1879), Charles Daubigny (1818-1878), Eduard Manet (1832-1883), Claude Monet (1840-1926), Edgar Degas (1834-1917), Auguste Rodin (1840-1917), Auguste Renoir (1841-1919), Georges Seurat (1859-1891), Cézanne (1839-1906), Jean Leon Gérôme (1824-1904) gibi farklı akımlar üzerinde etkili olmuş; farklı sanat dilini benimsemiş sanatçıların yaşadığı bilinmektedir. Bu dönemde sadece Türk sanatçıların değil; Amerikalı, İtalyan, Alman, vs. sanatçıların da seçtiği yer Paris'tir. Paris'te İzlenimcilerle birlikte ortaya çıkan bohem sanatçı tipi süregelecek ve bu daha sonra Türk sanatçılarını da etkileyecektir.

Fransa'da sanat ortamını uzun yıllar, 1648 yılında kurulan Académie des Beaux-Arts (Güzel Sanatlar Akademisi) ve aynı yıl kurulan L'Ecole des Beaux-Arts (Güzel Sanatlar Okulu) belirlemiştir. 1793 yılında Akademi kapatılarak 1795'te Institut Nationale des Sciences et des Arts (Ulusal Sanatlar ve Bilimler Enstitüsü) kurulmuş ve Akademi de bu bütünlük içinde yer alarak o tarihe dek birlikte olduğu Okul'dan ayrılmıştır. Akademi, son biçimini 1819 yılında almış ve 1863'te yapılan yenileştirme hareketi ile de Enstitü'nün Okul üzerindeki etkisi azaltılmıştır.

Güzel Sanatlar Okulu'nun yanı sıra, ona rakip düzeyde özel akademiler ve atölyeler de bulunmaktadır. 1868'de Rudolphe Julian tarafından kurulan Académie Julian, bir yandan gelenekselliğin önemini vurgularken öte yandan 20. yüzyıl başında biçimlenen akımları da desteklediğinden yıllar boyu öğrencilerin tercih sebebi olacaktır. Julian, bu akademiyi kurduğunda Okul ve akademik sanat ciddi bir biçimde sorgulanmaktadır. 1863 yılında Salon jürisinin, sergiye katılan resimlerin dörtte üçünü geri çevirmesi, bunun tepkileri çekmesi nedeniyle reddedilen resimlerin Salon des Refusés'de (Reddedilenler Salonu) sergilenmesini getirmiş ve bundan sonra sorgulanması gündeme gelen Okul'a ve katı akademik anlayışa alternatif eğitim kurumları olan özel akademiler açılmıştır. Académie Julian'ın kurucusu Rudolphe Julian'in de 1863 Reddedilenler Salonu'na katılmış olması bu anlamda dikkat çekicidir.

Durum Paris için yukarıda anlatıldığı gibiyken 1860'lı yıllar ile 1914 yılları arasında Paris'e giden yabancı sanatçıların gözünde en üstün başarı, Güzel Sanatlar Okulu'nun atölyelerine kabul edilmek olmuştur. Türk sanatçılarından da başlangıçta Paris'e gönderilenler, belki biraz da askeri okul çıkışlı olmalarının etkisiyle, "akademik" tabir edilen hocaların öğrencileri olmuşlar; daha sonraki dönemlerde gidenler ise 20. yüzyıl akımlarına açık, serbest görüşlü hocaları benimsemişlerdir. Dikkati çeken bir nokta da, Fransa'daki hoca-öğrenci kuşağının İstanbul'daki ile paralelliğidir. Örneğin; Akademi'de koltuk sahibi olan Alexandre Cabanel (1823-1889), Süleyman Seyyid'in olduğu gibi Cormon'un da hocası olmuş ve Çallı Kuşağı sanatçıları da Fransa'ya gittiklerinde Cormon'un atölyesinde çalışmışlardır. Académie Julian'de resim dersleri aldığı bilinen Fernand Léger'nin kendi atölyesini açıp 1930'larda etkin olan Türk sanatçıların da hocası olması ya da Mahmut Cuda'nın da hocası olduğu bilinen Lucien Simon'un (1861-1945) yetiştirdiği Yves Brayer'nin (1907-1990) sonradan Mahmut Cuda'nın öğrencilerine ders vermesi bu zincirin halkaları olarak görülebilir.

19. yüzyılda Fransa'ya gönderilen sanatçılardan Şeker Ahmet Paşa, Gérôme ve Boulanger'nin (1824-1888); Süleyman Seyyid, A. Cabanel'in; Osman Hamdi, Gérôme ve Boulanger'nin ve 1880-1888 arası Paris'te olan Halil Paşa da Gérôme ve Coutois'nın öğrencisi olmuşlardır. Bu sanatçılar Fransa'da bulundukları dönemde, Paris Güzel Sanatlar Okulu'nda atölye sahibi olan hocaların muhtemelen "serbest öğrenci" lerinden olmuş; o dönemde tohumları atılmakta olan İzlenimci sanat ile pek ilgilenmemiş; genellikle tarihi ya da mitolojik konuların tercih edildiği ve Ingres'in desen anlayışının hakim olduğu "akademik" bir eğitim almışlardır. Bunda Gérôme'un, İzlenimcilerin kompozisyon anlayışlarını tehlikeli görerek onları "parçacılık"la suçlamasının da etkili olduğu düşünülebilir. Ancak onların akademik bir eğitim almakla birlikte, modern eğilimlere kendilerini tümüyle kapattıklarını söylemek yanlış olacaktır. Nitekim Şeker Ahmet Paşa'nın, Barbizon Okulu etkilerinin açık bir biçimde görüldüğü "Orman" ya da "Ormanda Karaca", "Ormanda Oduncu" gibi resimleri, onların tümüyle akademik eğitime kapıldıkları görüşünü tersine çevirecek niteliktedir.

Şeker Ahmet Paşa, resim sergilerini düzenlediği yıllarda Sultanahmet'teki sanat okulunda resim öğretmeni olarak görev yapmaktadır. Bu yıllardaki rütbesinin kolağası olduğu bilinmektedir. Birinci sergi, oldukça uzun bir hazırlık dönemi sonrasında açılır. Serginin açılışına dair ilk haber ile açılış tarihi arasında 1 yıl 10 ay zaman farkı olduğu belirtilir. Serginin açılışına ilişkin en eski gazete haberi olan 19 Haziran 1871 tarihli La Turque'e göre, İstanbul'da resim sergisi açmak üzere üç kişi girişimlerde bulunmuştur: Ahmet Ali (Şeker Ahmet), Âli Efendi ve Limoncu Efendi. Âli Efendi ve Limoncu Efendi'nin adlarına daha sonraki haberlerde rastlanmaması, bu kişilerin daha sonra bu görevi bıraktığını düşündürmektedir.

Şeker Ahmet, birinci sergide hem sergiye gereken ilgiyi çekebilmek hem de tutucu çevrelerden gelebilecek tepkileri engellemek için bazı önlemler alır. Serginin Sadrazam Ahmet Rüştü Paşa ve Maarif Nazırı Kemal Paşa'nın himayeleri altında bulunduğuna dair haberlerin de bu açıdan yorumlanması olasıdır.

H. 15 Nisan 1829/M. 27 Nisan 1873 Pazar günü açılacağı belirtilen sergiyi, erkek ve kadınlar kırk para; çocuklar ise yirmi para duhuliye ile görebileceklerdir. Ayrıca 1 Nisan 1873 tarihli bir gazete haberinde de, Sanat Okulu'nda açılacak olan resim sergisinden elde edilecek gelirin sanat okuluna ait olacağı belirtilmektedir.

Sultanahmet'teki Sanat Okulu'nda açılan serginin açılışında bazı bakanların, yüksek dereceli memurların bulunduğu; açılıştan bir iki gün sonra Sadrazam ve Hariciye Nazırı'nın sergiyi gezdiği; ordu müşiri ve Şehzade Yusuf İzzettin'in de sergiye ilgi gösterenler arasında bulunduğu bilinmektedir.

Sergiye gösterilen ilgi, basında İstanbul'da Maarif Nezareti idaresinde bir güzel sanatlar okulunun kurulacağına dair haberlerin çıkmasına da neden olur. Bu ilk sergi, bundan sonra açılacak olan birkaç sergiye oranla daha milli bir karakter sunmaktadır. Şeker Ahmet'in bu ilk sergisi ve ikinci sergisiyle daha ziyade yabancı basın ilgilenmiştir. La Turquie adlı gazetede yer alan bu ilk sergiye dair bir yazıda, "Gerçi tablo ve desenlerin sayısı henüz kabarık değilse de, bir yeni teşebbüsün karşılaştığı zorlukların hesaba katılması gerekir. Zira bu sergi bir ilk teşebbüstür. Durum ne olursa olsun, sanatçıların gayret ve rekabet duygularını tahrikten geri kalmayacak ve onların da teşhirinden hoşlanacakları böyle bir tanıtma hareketini bu eserlere tanımak mükemmel bir fikirdir. Ümit ederiz ki, gelecek yıl birkaç madalya, bu cömert gayretleri mükâfatlandırmaya yetecektir." satırları dikkat çekmektedir.

Söz konusu yazı, Guillemet, Hayette, Sait Efendi, Mesut Bey, Şeker Ahmet, Palombo, Moretti, Télémaque ve Hüsnü Bey'in oğlu Ali Bey'in yağlıboyaları, suluboyaları ve karakalemlerinin dikkat çektiğini belirtir ve Şeker Ahmet için de şunları yazar: "Bu serginin baş organizatörü olup bütün ihtimamını sergiye hasretmiş bulunan ve bu vesileyle kendisine takdir borçlu olduğumuz Ahmet Efendi, şahsiyetiyle mütenasip on beş tablo göndermiş ki, bunlardan birkaçı cidden çok güzel tuvaller" Yazıda Şeker Ahmet'in resimlerinden birkaçı için de, koyunları güden bir çoban Breton'un küçük tuvallerini hatırlatan tatlı tonda bir tablo, gurup zamanı bir orman meydanı, vs. şeklinde bir tanıtma pasajı yer almaktadır.

Yazıda, yağlıboyalar arasında en çok dikkati çekenlerden birinin Guillemet tarafından yapılmış, sultanın ayakta portresi olduğu belirtilir. Guillemet'nin sergide iki portresinin daha bulunduğu; tepsi taşıyan bir zenci kadın ve dört natürmort sergilediği; eşi H. Guillemet'nin ise sergiye pastel bir çocuk portresi ile katıldığı da aynı yazıdan öğrenilmektedir. Sergide bunların dışında Kurmay Yarbay Mesut Bey'in biri Şehzade İzzettin Efendi'nin olmak üzere üç portresinin, üç deniz manzarasının ve bir natürmortunun yer aldığı; Askeri İdadi öğretmenlerinden Sait Efendi'nin sergide hem yağlıboya hem suluboya sergilediği; sergi düzeninde eserleri Guillemet'nin karşısında yer alan Hayette'in tuvalleri arasında yatan bir çıplak modelin dikkate değer bulunduğu; Palombo'nun "Bir Işık Oyunu" adlı tablosuyla, Moretti ve Télémaque'ın deniz konulu tabloları ve Hüsnü Bey'in oğlu Ali Bey'in ise natürmortlarıyla sergiye katıldığı belirtilmektedir.

Sergide suluboya ve karakalem resimlerin yer aldığı bölümde mimar Bourmancé'in dikkat çektiği görülmektedir. Serginin bu kısmında mimar Bourmancé'in "Port Sait Camii", "Boğazda Yalı" ve "Hamam" adlı resimleri; Naim Bey'in ahır içini gösteren ünlü bir tablodan yaptığı karakalem kopyası; Acquaroni'nin iki karakalem portresi; V. De Stozemberg'in iki portresi ve Yusuf Bahaddin Efendi'nin kurşunkalemle yapılmış küçük bir resmi yer almıştır.

Sergiye Şeker Ahmet'in Sanat Okulu'ndaki öğrencilerinin, Tıbbiye ve Galatasaray Sultanisi öğrencilerinin de katıldığı; Galatasaray Sultanisi öğrencilerinin resimlerinin sorumlusunun hocaları Hayette olduğu bilinmektedir.

Şeker Ahmet'in ilk sergisinin uyandırmış olduğu geniş ilgi, onun ikinci bir sergi hazırlıklarına girişmesi için teşvik edici olmuştur. İkinci sergi de, birincisi kadar olmasa da, uzun bir hazırlık dönemi gerektirmiş; sergiyle ilgili ilk gazete haberinden serginin açılışına kadar 1 yıl süre geçmiştir.

Şeker Ahmet'in yeni bir sergi düzenlediğine dair haberler, ilk sergide olduğu gibi birkaç gazetede değil; sadece ilk sergiye ilgi gösteren La Turquie adlı gazetede yer almıştır. Söz konusu gazetede, "1874'te Güzel Sanatlar Sergisi" başlığıyla yayınlanan ilan şöyledir: "Önümüzdeki 1 Aralık'ta ikinci resim, heykel ve mimarlık sergisi açılacaktır. Hatırlanacağı üzere geçen sene İstanbul'da Sanat Okulu'nun bir galerisinde açılan bu sergi, gerçekten kıymetli, fakat sayıları oldukça az eserleri bir araya toplamıştı. Eserlerin azlığı, Ahmet Efendi'nin önayak olduğu bu teşebbüsün yeni bir hareket olmasından ileri gelmekteydi. Ümit ederiz ki, bu sene altı ay öncesinden haberdar edilen İstanbul sanatçıları, eserlerini yıllık sergiye göndermek için hazırlanma zamanı bulacaklar ve ressamlar, heykeltıraşlar ve mimarlar, amacı Türkiye'de güzel sanatlar zevk ve kültürünü geliştirmek olan yeni bir müesseseye yardımlarını ulaştırmakta acele edeceklerdir."

İlandan anlaşıldığına göre, serginin açılışının, 1874 yılı Aralık ayının ilk günü yapılması planlanmıştır. Ancak Kasım ayının son günlerinde "Sergi Müdürü Ahmed" imzası ile çıkan haberde, serginin gelecek mayıs ayının birinci günü açılacağı bildirilmiştir. Bu habere rağmen sergi, Mayıs ayının birinci günü açılamamış ve yine "Sergi Müdürü Ahmed" adını taşıyan bir dizi haberde açılışın ertelendiği belirtilmiştir. Haberde, "Hükûmetin Sultan Mahmud Türbesi yanındaki Darülfünun'un mükemmel salonunu emrimize hazır tutmak istemesi üzerine serginin açılışını 1 Temmuz 1875'e tehir etmek zorunda kaldık." denmekte ve sanatçıların eserlerini 1-20 Haziran tarihleri arasında serginin yapılacağı yere getirip teslim etmeleri gerektiği belirtilmektedir.

Böylelikle II. Resim Sergisi 1 Temmuz 1875 tarihinde açılır. Sergi duhuliyesi olarak büyüklerden iki, çocuklardan bir kuruş alınır ve ilk sergide olduğu gibi toplanan para, Sanat Okulu'na tahsis edilir. Bu sergi de ilki gibi rağbet görür. Padişahın bu sergi ile çok ilgilendiği, birçok tuvali saraya götürüp incelediği ve sanatçılara mükâfatlar vaat ettiği dönemin gazete haberlerinden anlaşılmaktadır.

Bu sergiye otuz kişinin katıldığı bilinmektedir. Bu otuz kişinin çoğunu gayrimüslim sanatçılar oluşturmaktadır. Sergiye Türk sanatçılardan Ahmet Ali (Şeker Ahmet Paşa), Ahmet Bedri, Halil (Paşa), Osman Hamdi ve Nuri Bey katılmıştır. Sergiye katılan gayrimüslim sanatçılardan Köçeoğlu dışında, hangilerinin Osmanlı tebasından olduğu kesin olarak belirlenememiştir. Sergiye katılan yabancı sanatçılar arasında, Abraham, Acquaroni, Andreanis, Aurely, Bimonelli, Boerio, Bourmancé, Durand, Hayette, Jérichau, Köçeoğlu, Montani, Montrichard, Moretti, Pascutti, Penel, Penso, Remy, Rossi de Guistiniani, Rupin, Sakayan, Serpasian, Télémaque, Veisin bulunmaktadır.

Büyük bir kısmı yabancı olmakla birlikte Abdülaziz Dönemi'nde bu kadar sayıda sanatçının bir sergide bir araya gelmesi önemli bir aşamadır. Ancak, La Turquie'de yer alan sergi yazısında, "…ve şimdi, ayni bizim gibi, muhtemelen okuyucu da, mevcudiyetsizliklerinin sebebi izah edilemeyen birçok sanatçının eserlerinin burada bulunmayışından dolayı sürprizle karşılaşmış olabilir" cümlesi, sergiye başka sanatçıların da katılmasının beklendiğini göstermektedir.

Şeker Ahmet Paşa'nın açtığı bu sergilerin toplumda büyük etkileri olmuştur. Her iki sergi de, bu dönem sanat ortamında bir canlılık yaratmış; daha sonraki yıllarda düzenlenecek olan sergiler öncülük etmiş ve döneminin aydınlarını güzel sanatlar eğitimi üzerine düşünmeye yöneltmiştir. Serginin yarattığı etkiden cesaret alan bazı gayrimüslim sanatçıların İstanbul'un değişik semtlerinde resim eğitimi vermek amacıyla özel atölyeler açmaya başladıkları da bilinmektedir.

Ahmet Âli, sergi hazırlıkları sırasında görüştüğü kişilere hem bu gibi sergilerin hem de ülkede resim eğitimi yapacak bir okul açılmasının gerekliliğinden bahsetmiştir. Bu çabalar etkisini göstermekte gecikmemiş ve ilk sergi sırasında, İstanbul'da yayınlanan bir gazetede, hükümetin bir Güzel Sanatlar Okulu açacağına dair bir haber yayınlanmıştır. Ahmet Âli'nin düzenlediği ikinci sergiyi izleyen günlerde hükümet, böyle bir okulu açmak için çalışmalara girişmiş ve 1876 yılında padişahın da onayı alınarak bir Sanayi-i Nefise Okulu kurulması için karar çıkarılmıştır. Bu okulun müdürlüğüne de, Pera'da Kalyoncu Kulluğu Mevkii'nde bir özel akademi sahibi olan Guillemet getirilmiş fakat bu okul, 93 Harbi'nin patlak vermesi nedeniyle faaliyete geçememiştir. Şeker Ahmet Paşa'nın, düzenlediği sergilerle vermiş olduğu güzel sanatlar eğitiminin kurumsallaşması gerektiği mesajı, 1883 yılında, Osman Hamdi Bey tarafından, İstanbul'da Sanayi-i Nefise-i Mekteb-i Âlisi'nin kurulması neticesini vermiştir. Şeker Ahmet Paşa, her ne kadar bu okulun eğitim kadrosuna dahil olamadıysa da, okulun jürisinde bulunmuş ve 1907 yılındaki ölümüne dek sanat hayatını aktif bir biçimde sürdürmüştür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder