SayfamIza Hoş Geldİnİz!

Sevgi Sanat, bizden en son haberlerin yayınlandığı, özel düşüncelerimizi içeren, paylaşımcı bir ortama sahip kişisel bir günlük ve bir bağlantılar koleksiyonudur. Ana sayfamıza son eklediklerimiz sayesinde ziyaretçilerimiz değişikliklerden haberdar olabilir, yorum yapabilir, sayfa sonlarındaki pencereden e-posta gönderebilir veya bağlantı verebilirler. Nasıl mı? Aşağıdaki “İzleyiciler” bölümünde yer alan “İzle” bağlantısını tıklamak yeterli. İsteyenler ise http://www.sevgibilal.tr.gg/ sitemizi gezebilir, dileyenler de http://www.facebook.com/group.php?v=info&gid=7385371325#/group.php?v=wall&gid=7385371325 facebook grubumuzun sayfalarını gönüllerince turlayabilirler.



14 Mart 2010 Pazar

Yağlıboya Resimler V


101 No. 35 x 50 cm

Sen ak saçlarım, buruşuk tenim, kaybolan güzelliğim, neşem, ümitlerim karşılığı kazandığım varlıksın. Bunun için kıskanırım seni. Ben saygı bekliyorum. Gönlünde yer etmeyi isterim. Unutulmaktan korkarım. Baş üstünde ve başköşede yerim. Bu benim hakkım. Ben anneyim. Son nefesimde, her zaman “sütüm ve hakkım helal olsun yavrum” derim.




102 No. Agay, the Chateau and the Signal Tower, 25 x 38 cmAgay, Esterel Dağları ile çevrili yaklaşık 1 km genişliğindeki doğal bir körfezde yerleşik Cotes d’Azur’da ufak bir köydür. İki harika kum plajı vardır. Avrupa’nın her yerinden gelen turistlerce çok beğenilen küçük bir yerleşimdir ancak hâlâ kendi sessiz atmosferini korumaktadır. Kent merkezinde her çarşamba kurulan yerel bir pazarı vardır, yaz akşamlarında ise büyük antik pazar kurulur. Cannes (20 km) ve Saint-Raphäel (10 km) arasındadır. Kenti Yunanlı denizcilerin M.Ö.500 yıllarında kurduğu kabul edilir. Onlardan kalan en güzel miras olan Etrüsk ve Kartacalı deniz tacirleri, Agay çevresindeki sularda sualtı arkeoloji araştırmacıları tarafından bulunmuştur. İnsanlar, Cotes d’Azur’da binlerce yıldır yaşamaktadırlar. Bulunan birkaç menhir taşı Agay Körfezi yakınlarında tarih öncesi yerleşimlerin var olduğunu göstermiştir. “Agay” kelimesinin eski devirlerde bir Yunan ve bir de Romalı sözcüğün olağandışı birleşimiyle “Good Port” anlamına gelen Agathon Portus’tan geldiği bilinmektedir. Yukarıdaki resim Fransız ressam Armand Guillaumin (1841-1927) tarafından yapılmıştır. Resim Agay Körfezi’nin o zamanki halini yansıtmakta olup karşı kıyının tepesinde yer alan kule halen askeri hava tahmin istasyonu olarak kullanılmaktadır.




103 No. Le Quai des Paquis, Geneva, 33 x 45 cmCenevre, İsviçre’nin en yüksek nüfuslu üçüncü şehridir. Aynı ada sahip Cenevre Kantonu’nun başkentidir. İsviçre'nin en kozmopolit şehri olan Cenevre’de halkın %44.3’ünü yabancılar oluşturmaktadır. Burası halen CERN yüksek enerji fiziği laboratuarına, Birleşmiş Milletler’in Avrupa’daki merkezine ve bu kuruluşun birçok alt kuruluşuna ev sahipliği yapmaktadır. Şehir, dünyada yaşaması en pahalı 10 şehirden biridir. Çimenli göl kıyıları ile çevrili Paquis ise Cenevre’nin en kalabalık yeridir. Kimisi burayı eğlenceli bulur, kimisi çok vahşi, kimileri de en azından pazar günleri lokantaları açık derler. Kentin beş yıldızlı otellerinin çoğu buradadır. En iyi suşiler, en iyi döner kebaplar buradadır. Plajdan dönen çocukları bir gelato (bir çeşit İtalyan dondurması) dükkânında çıplak ayak sıra beklerken bulabilirsiniz. Cenevre, çok büyük bir şehir görüntüsündeki ufak bir kasaba olarak tanımlanır. Paquis, bunun en iyi göstergesidir ve en iyi gösteren de yaz mevsiminin gelişidir. Tekneler arasındaki taş duvarlara eldeki imkânlarla yerleşmiş barlar, Paquis’in sınırının göl ile köşe yaptığı yerde geniş çimenli piyasa yeri… Tüm buralar iş çıkışı tüm Cenevre’nin toplandığı yerdir. Jean-Baptiste Camille Corot’nun 1842 yılında yaptığı bu eserde göl kenarındaki Paquis rıhtımı resmedilmiştir.




104 No. Straße mit Kirche in Kandern, 32 x 40 cmKandern, güneybatı Almanya’da Baden-Württemberg Eyaleti’nde bir kenttir. Fransız Devrim Ordusu’nun Avusturya kuvvetleriyle çarpıştığı Schliengen Savaşı’nda her iki ordunun savaş hatları Kandern’e varmıştı. Kent, Almanya, Fransa ve İsviçre’nin üçünün birden görülebildiği “Üç Ülke Köşesi” denen bir sınır işareti yakınındadır. Kara Orman Akademisi’nde bulunmalarıdan dolayı İngilizce konuşan geniş bir topluma sahiptir. 1956’da kurulan bu enstitüdeki öğrencilerin çoğu özellikle ABD, Kanada ve Güney Kore gibi dünyanın birçok yerinden gelen Hıristiyan misyonerlerin çocuklarıdır. Kentin arması sarı bir fon üzerinde kulplu bir sürahidir. Arkeolojik buluntular, tarih öncesi dönemlerde Kandern’in Keltler tarafından yerleşim yeri olarak kullanıldığını göstermektedir. Kandern, Almanca “Kander üzerinde” anlamına gelir. Kander ise kente doğru üfüren bir rüzgârın adıdır. Adı, Kelt dilinde “sakin akış” anlamına gelen “kandera”dan gelmektedir. Eyaletin Baden tarafının tümü gibi 1556’daki reform hareketinde rol alan Kandern, baskın gelerek o tarihten bu yana Protestan kalmıştır. Bunun sembollerinden biri olan kiliselerden birini ve bulunduğu sokağı Alman ekspresyonist ressam August Macke resmetmiştir. Macke, Kandern’de ikamet etmişti ve konu olarak Kandern sokaklarını çok kullanmıştı.




105 No. Pembe Ev, 40 x 60 cmResimlerinde doğup büyüdüğü Üsküdar’ın ve İstanbul’un diğer yörelerinin sessiz köşelerini, kıyı kahvelerini, deniz kıyılarını ve güneşli kayalıklarını tercih eden Hoca Ali Rıza’nın suluboyaları ve guaşları, yüz yıl öncesinin İstanbul’unu insanları ve mimarisi ile günümüze ulaştıran en önemli görsel bellek kaynaklarımızdan sayılıyor. Hoca Ali Rıza’nın çok özgün bir üslup tarzına sahip olduğu ve sanatçının sadece geçmişte değil, günümüze dek de pek çok ressamı etkilediğini söyleyebiliriz. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver ise, sanatçının üslubu hakkındaki düşüncelerini de şöyle aktarıyor: “Çamlıca’da otururken onu bağlar arasında çalışırken görürüz. Üsküdar’da iken Üsküdar sokakları ve Karacaahmet civarı, dostlarının evlerinden görünen yerlerin hâkimi olurdu. Paşabahçe’de otururken bağlar, bahçeler, Boğaz’a hâakim noktaların sahibi idi. Resimleri yaparken bazısını bir kaç defada, çoğunu da bir defada bitirir. Pek az bir kısmı da yarım kalır. Evine dönünce beğendiklerini ve beğenilenleri renkli kalın kâğıtlara yapıştırır asar. Günlerle onlara bakar, sonra meraklılarından biri isteyip de almazsa veya görmeye fırsat bulamazlarsa yerlerine yerleştirir”. Hoca’nın yukarıdaki tablosu 1904 yılına ait ve adı: Pembe Ev.




106 No. Lady with Hat and Feather Boa, 33 x 42 cmEgon Schiele ve Oscar Kokoshka’nın yeni geliştirdiği ekspresyonist sanat, Klimt’in (1862-1918) altın tarzının sonu olmuştu. Klimt, geniş tek renkli alanlar adına geçmişteki süslemelerini bir süreliğine bırakmıştı. Tablosundaki genç kızıl saçlı kadın, ufak Asya figürlerinin göründüğü bir büfenin önünde durmakta. Yüzün görünen bölümünde kompozisyon ve renk yoğunlaşmış olup resme bir hareket unsuru getirerek yüz hatlarını canlı tutmak için yan yan bakmaktadır. Aslını 1909 yılında yaptığı bu resmin bir reprodüksiyonudur.




107 No. Woman with a Parasol Turned to the Right, 30 x 43 cmClaude Monet, bu tablosunu 1886’da yapmıştır. Eşi Camille’in ölümünden sonra figür resmine olan ilgisini kaybetmiştir ancak Giverny’de kır çiçekleriyle dolu tarlada arkadaşı Alice Hoschedé’in kızlarını resmettiği dış mekân tablolarından zevk almıştır. Yeşil bir şemsiye altında beyaz bir yaz elbisesiyle Suzanne’ı birinde sola, diğerinde ise sağa bakarken iki defa resmetmiştir. Bu resim 1875 yılında yaptığı “Şemsiyeli Kadın – Madame Monet ve Oğlu” isimli resmi anımsatmaktadır. Dışarıya resim yapmaya çıktığında Claude Monet’nin çocukları genelde ona eşlik etmekteydiler.




108 No. Mother and Child in the Park, 25 x 30 cm
Auguste Macke, Alman ekspresyonist grubu Der Blaue Reiter (Mavi Atlı) ‘ın öncü üyelerinden biri idi. Avrupa’nın geri kalanında birbiri ardınca şekillenen öncü hareketlerin Almanya’ya da gelmesiyle Büyük Alman Ekspresyonist Hareketi’nin gelişmelerini gördüğü Alman sanatı için yenilikçi bir zamanda yaşadı. Tıpkı zamanının gerçek bir sanatçısı gibi Macke, ilgisini çeken öncü unsurları resmine nasıl bağlayacağını bildi.




109 No. Minare ve Eski Evler, 35 x 50 cmProf. Dr. A.Süheyl Ünver, 1949’da yazdığı “Ressam Ali Rıza – Hayatı ve Eserleri” isimli kitabında bu resmin sahibi Hoca Ali Rıza için bakın neler yazıyor: “Sevdiği insanlar, semtler ve yerler mahduttur. Herkese gitmez. Bir kaç kişi müstesna geceleri kimsenin evinde kalmaz. Adalar’da birkaç saat dolaşmasını sevmez. Hele pek sevdiği âlicenap bir zat, bir sene çocuklarınla git otur diye Ada’daki kâşanesini bir kaç ay için kendisine terk eder. Hoca bu teklifi reddedemez gider. Lakin iki üç günde dar kaçar. Çünkü o kendisini orada sevdiği bir muhitte bulamaz. Türk evlerini, yaşayışını, mahallelerini, çarşı ve pazarlarını, doğru insanları, dostlarını, camilerini ve eski mefahirini, hele ezanı arar. Bunların hiç biri orada yoktur, rûhu sıkılır. Onun için oturduğu yerler Haydarpaşa, Üsküdar’ın birçok semtleri, Çamlıca, Paşabahçesi’dir. Bu arada döner, dolaşır”.




110 No. 32 x 10 cmDeğerlendirme çalışmasıdır.




111 No. Woldgate with Red Trees, 32 x 43 cm2002’de kitabı “Gizli Bilgi”nin yayınlanmasını takiben Bizans’tan Cézanne’a olan dönemden gelen Batı resmindeki ışık dağılımlarının kullanımını keşfeden David Hockney, gizlilikten uzaklaştı. Bunu yaparken önceden nadiren kullandığı suluboya resim yapmayı seçti. Hand Eye Heart’daki suluboyları, Hockney’in 2003 sonu ve 2004’deki Doğu Yorkshire’a olan ziyaretleri sonucudur. Tarlaları, yığılmış mısırları resimlediğinde bu manzaralar, sanatçının hayal gücünü onlu yaşlarda biri gibi çalıştırmıştır. Hockney’in suluboyayı kabullenişi ona, değişmekte olan hava motiflerinin inceliklerini yakalama kabiliyeti verdi. Uzun yola fırça darbeleriyle ve eldeki ufak boya potları ile dikkatlice çıkan Hockney, küçük suluboyalar çalışmaları el defterine yaptı. Sonra, suluboya resim alanlarını ve renk daldırmalarını ön plana çıkaran tek ya da çift kalın kâğıt tabakalarını kullandığı büyük resimleri ise atölyesinde yaptı. Suluboyalarında diri bir açıksözlülük vardır. İşte bunlardan biri olan “Kızıl Ağaçlı Woldgate”i 2004 yılında suluboya ve guaş boya ile yapmıştır.




112 No. Old houses landscape, 32 x 50 cmPol Ledent, 1952’de Belçika’da doğmuştur. Resim yapmaya 1989’da suluboya ile başlayan sanatçı, tarzının yağlıboya olması gerektiğinin farkına kısa zamanda varmıştır. Kendi kendini yetiştirmiş bir ressamdır. Asla bir akademide çizim dersi almamıştır. Sayısız sergi gruplarına katıldıktan sonra Belçika’daki bazı galeriler eserlerini sergilemesi için teklifte bulunmuşlardır. Bunlar arasında Dinant, Bouillon, Brussels, Paris ve 2006 yılında ise Moskova. Aynı zamanda Kaliforniya Palo Alto’daki Voshan Galerisi’nde daimi ressamdır da. Yukarıdaki resim, ülkesi Belçika’nın güneyindeki “Ardenler” denen bölgedeki eski köy evleri manzarasına ait yağlıboya resminden çalışılmıştır. Bu bölge yoğun ormanlarla kaplı, tepelik bir alandır. Hızlı akan ırmakların oyduğu keskin yamaçlı vadileri bulunan Ardenler, güzel bir manzara çeşitliliğine sahiptir. İnsanlar, resimlerindeki renk çeşitliliği konusunda ortak görüşe sahiptirler. Birçok resmini ABD, Fransa, Çin, İskoçya, Portekiz, İsviçre gibi çeşitli ülkelere göndermiştir. Yeni bir sanatçıdır ama resimlerinden birini aldığınızda pişman olmazsınız.

113 No. The Road to York through Sledmere, 29 x 38 cm İngiltere’nin doğusundaki sevimli ve resmedilmeye değer Sledmere köyü, Yorkshire yaylalarının yokuşlu tepelerine yerleşmiştir. David Hockney’in 1997 tarihli “Sledmere’in içinden York’a giden yol” adlı resmindeki son derece güzel kuyu anıt ile yolun bu bölümü çok daha etkileyici bir şekilde resmedilmiştir. Resmin tam ortasındaki 1840 yapımı bu hoş yapı, Sledmere Sarayı kapısının tam karşısındadır. Kurşun kaplı kubbeyi destekleyen Tuscan sütunlu bu yapının altında anlaşıldığı kadarıyla bir kuyu bulunur. Bu anıtsal önemdeki yapı Sir Tatton Sykes Baronet tarafından, Yorkshire yaylalarında bir zamanlar ülkenin rüzgâr alan ve çorak topraklarıyken imar, ağaçlandırma ve çevre düzenlemesi ile arazinin diğer sahiplerine örnek teşkil ederek çalışkanlık ve sabrı ile otuz yıl gibi kısa süre içinde York kasabasının çok bereketli ve toprağı işlenebilen bölgelerinden biri yapan babası Sir Christopher Sykes Baronet’in anısına yaptırılmıştır.

114 No. Danae, 26 x 46 cm Gustav Klimt’in bu eserindeki model olan Danae, Eski Yunan’da Kral Akrisios’un kızı ve Argos prensesidir. Babası, kızının oğlu tarafından öldürülerek kaderinin belirleneceği kehanetini öğrendiğinde Danae’yi uzaklarda yer altında bronz bir odaya hapseder. Bir altın sağanağına bürünerek hapishaneye kolayca sızan Zeus, Danae’yi hamile bırakır. Durumu öğrenen babası, bebeği ve Danae’yi bir sandık içine koyar ve denize bırakır. İlâhi bir takdirle Seriphos adasına güvenle çıkarlar, orada balıkçı Diktys onları kıyıdan alarak evine misafir eder. Oğul Perseus büyüdüğünde Seriphos Kralı Polydektes, Danae’yi bir eş olarak beğenir ve oğlanı başından atmak için Gorgon’un başını gidip getirmesi için Perseus’a emir verir. Kahraman, geri döndüğünde annesinin Athena tapınağına sığınmak için kaçtığını öğrenir, Medousa’nın başını keserek Polydektes’e öfkeyle götürür. Sonra Perseus annesi ile Argos’a gider ve büyükbabasının saltanatını ele geçirir. Böylece kehanet gerçekleşmiş olur.

115 No. Lady with a Fan, 28 x 29 cm Gustav Klimt, 20.yüzyılın başlarındaki en yenilikçi ve tartışmalı sanatçılarından biriydi. Yıllık Secession sergilerinde Avrupalı öncü akımlardan etkilenmiş olan Klimt’in stili, sembolizmle bol bol dekoratif biçimlendirmeyi ve sıklıkla da erotik içeriği birleştirmiştir. Üstteki “Yelpazeli Kadın” isimli eserinin de aynı coşku ve güzelliği vardır.

116 No. Ahşap evler, 35 x 50 cmİstanbul'un şirin ilçesi Şile'de Hamamdere Sokağı'nda yer alan iki eski ahşap ev fotoğrafından resmedilmiştir.

117 No. Riva Deresi, Beykoz, 26 x 39 cmRiva köyü, kuzeyinde Karadeniz, güneyinde Göllü ve Paşamandıra, doğusunda Göllü ve batısında Anadolufeneri orman köyleri ile çevrili cennet bölgede kurulu yaklaşık 2000 nüfuslu bir köydür. Köyün kuruluşunun Cenovalılara kadar gittiği rivayet edilmektedir. Ömerli’den doğan ve Riva'da denize boşalan ve köye de adını veren Riva (bir başka adıyla Irva) deresinin denize döküldüğü yerde Yoros Kalesi’nin Türklerin eline geçmesiyle aynı dönemde zaptedilen ve hem Boğaz girişinin hem de arkadan Yoros Kalesi’nin emniyetinin sağlandığı Riva Kalesi bulunmaktadır. Stratejik önemi çok büyük olan bu kale Riva Çayı’nın çok derin olması, Karadeniz’den gelecek gemilerin kuzey rüzgarlarıyla çok rahat Anadolu’nun içlerine ilerlemelerine imkân vermesi nedeniyle düşman gemilerinin girişini ve Anadolu Yakası’nın arkadan kuşatılmasını önlemek için yapılmıştır. Riva'nın güzelliği, yanlızca denizi ve kumsalıyla sınırlı değil. Riva deresi, yemyeşil bir vadi boyunca akıyor ve burdan denize dökülüyor. Genişliği yer yer 10 Metreye ulaşan dere balık avcılığı için uygun. Dereden sazan ve yayın balığı çıkıyor. Ayrıca Riva ve çayı üzerinde kayık kiralanarak gezinti yapılabilir.

118 No. 26 x 39 cm

119 No. Şile Feneri, 35 x 50 cmDünyanın ikinci büyük feneri olan Şile Feneri'nin tarihi değeri oldukça büyüktür. Kırım Harbi'nde, Karadeniz'den İstanbul Boğazı'na girecek gemilerin yollarını bulabilmeleri için yapılmış fenerlerden biridir. Bu amaçla Boğazlar civarında 1856'da yapılan Anadolu Feneri'nden sonra 1858 - 1859 yılları arasında Sultan Aziz tarafından inşa ettirilmiştir. Taş kısmını Türk mimarlar, metal aksamı ve mercek-kristal sistemi de Paris'te bulunan Paris - Barbir fabrikasında yapılmıştır. Uluslararası standartlarında birinci sınıf deniz feneridir.

120 No. 25 x 38 cm

121 No. 35 x 50 cm

122 No. Anadolu Hisarı, 35 x 50 cmAnadolu Hisarı; İstanbul'un Anadoluhisarı semtinde, Göksu Deresi'nin İstanbul Boğazı'na döküldüğü yerdedir. Anadolu Hisarı, 7.000 metrekarelik bir alan üzerine, Boğaz’ın en dar noktası olan 660 metre mesafedeki bölgesine Yıldırım Bayezid tarafından inşa edilmiştir. Bizans'la birlik olup Karadeniz'de (Kefe, Sinop ve Amasra'da) koloniler kuran Cenevizliler için de hayati önem taşıyan Boğaz’da, bu yabancı ülke gemilerinin geçişlerini denetim altında tutabilmek amacıyla inşa ettirilmiştir.

123 No. Ege Kıyıları, 35 x 50 cm

124 No. La Era, 35 x 50 cmDiego Rivera, 1886’da Meksika’nın Guanajuanto kentinde doğdu. 1892’de Mexico City’yi terk edinceye kadar sıradan bir aile içinde büyüdü. Küçük yaşlarından itibaren çizime merak duydu. İlköğrenim için mekânı San Carlos Akademisi idi. 1898’de akademide tam zamanlı öğrenci oldu ve sekiz yıl sonra orada 26 eser sergiledi. Bir öğrenci eylemine katıldığı 16 yaşındayken okuldan kovuldu. La Era (Harman Yeri) adlı bu tablosunu 1904 yılında yaptı. Bu dönem Meksika iç savaşı dönemiydi. İç savaş boyunca Texas, New Mexico, Arizona ve California’daki ucuz işe rağbet, Meksika’dan göçün artmasına sebep olmuştu. 1920 öncesi yaklaşık bir milyon Meksika asıllı Amerikalı güneybatıda yaşıyordu. Ekonomik çöküntüyü takip eden Birinci Dünya Savaşı, Meksikalı göçüne karşı öngörülemeyen bir ters etkiyi ateşledi ve birçok Meksikalı geri döndü. 1907’de babası yurtdışında burs kazandırarak ona yardımcı oldu ve İspanya’ya gitti. Oradan tüm Avrupa’yı dolaştı. 1910’da vatanına dönmeden önce eserlerinin çoğunu sergiledi. Ülkesinde Mexico City’de bir sergi açtı. Bu müthiş bir başarıydı. Eserlerinden bazılarını Meksika First Lady’si, bazılarını ise Güzel Sanatlar Akademisi satın aldı. 1911’de Paris’e döndü. İki farklı Rus bayanla ilişkisi olduğu bu dönemde birçok Rusla yakın arkadaş oldu. Mükemmel duvar resimleriyle bilinir ama büyük ölçüde çapkınlıklarıyla tanınır.

125 No. Port Alguer, Cadaques, 33 x 33 cmGenç Dali, ailesiyle İspanya’nın en doğu ucu olan Cap de Creus’a kayık turlarıyla sıkça gelip, uzun yürüyüşler yapardı. Resimlerinde dış mekânda sıkça görünen müzik aletlerinin varlığına ilham veren ve kıyıya bağlı sandallarında şarkılar söyleyen dostları müzisyen Pichot ailesini izlerdi. “Kayalıklarda büyük piyanolar çizdiğimde bu gerçekdışı bir hayal değil, gördüğüm şeylerdi” demiştir. Gördü ve paylaştı. Bir delikanlı olarak “Cap de Creus kayalıklarında ilk, kasık tüylerim gözüme çarptı ve narsist arzularımı kamçıladı. Toprakla bedenim arasında bir çeşit erotik yakınlaşmayla sahildeki koylar boyunca kendimden geçerek dolaşırdım” demiştir. 1930 yılında Dali ve Bunuel, içinde yerel balıkçılar da kullandıkları ve ikinci ortak çalışmaları olan “L’Age d’Or” filmini burada çektiler. Buranın haşin deniz manzarasını Dali “muazzam jeolojik coşku” diye tanımlardı. Buradaki deniz feneri Orson Welles’in “Dünya’nın Ucundaki Fener” filmindeki fenerdir. Cadaques, 1800’lerin sonlarından bu yana birçok sanatçıyı etkilemiştir. Dali’nin döneminde Rene Magritte, Marcel Duchamp ve Pablo Picasso bu gizemli sahillere gelmişlerdir, tabi ki Dali’yi görmek için değil kendi sanat eserlerini yapmak için. Bu resim Salvador Dali’nin 1924 yılında yaptığı “Port Alguer” isimli eserinden çalışılmıştır.